Post-modern Öyküler

Tek Şeker


Sonra gözlerine baktım. "kıskandın mı?" dedi. "ne kıskanacağım!" deyişimin ardında burukluğu sezmesi zor olmadı. sigaramın aşağıya doğru salınarak düşen külünü seyrederken, sağ omuzuma elini uzattı ve gözlerimiz düşen küle odaklandı. elimi beline atmamak için aşağı atlamam gerekliydi. bu dayanılmaz isteğin yapılması kaçınılmazdı.
sesini çıkarmadı. sustuk.
"çay içer misin"
"olur." ama bu seni yanımdan uzaklaştıracaksa, zehri yok etmek için panzehirim de olsa çay, içmek istemem. birkaç dakika daha durur musun? dakikaların saliseden daha hızlı olduğunu bildiğim için senin yanında, 1-2 salise istemem çok mu?
"demli yapıyorum. bu gece uzun olsun."
bu gece keşke sadece ikimizin olsaydı. o zaman sonsuzluğun bile sonu gelirdi herhalde.
"tek şeker."
"azaltmışsın..."
"artık böyle."
senleyken öyle... tadın damağımda kalıyor her defasında. sana, bana aitmişsin gibi dokunamamak... sana, gözlerimle bakıp onları dile getirmek istiyorum: anlatsınlar, her şeyi. ne varsa, ne yoksa.






 Bilmemek Mutluluk Mu?

hastalığımı görmek, sizlere bahşedilen bir ön sezi olamadı hiçbir zaman. bunu allah'la aramızda tutuyoruz. beni tek sahiplenen o köpeğin, aydınlıkta uyanışa geçmesine izin vermeyen ağrılarımı örtbas eden gündüzün hiçbir şeyden haberi yok.
bir sır vermem gerekirse, bazen ben de bilmiyorum neyimin olduğunu.
bir kediyi bile kendinden alçak gör, bir dilenciyi bile kendinden yukarıda hisset, diyen düşünceye kapılamamak, sorunum olabilir.

çaycı, çayı bıraktıktan sonra yanımda durması için bir sigara verdim. aslında acele işleri vardı. yine de içmemek için de bir sebep bulamadı. anlattığı şeyleri dinledim. sadece kafa sallamama sebep oldu bunlar. sigarama yazık oldu bile diyebilirim. kılı kırk yarmasını beklemiyordum aslında. veya benle mesleğimle ilgili konuşması da gerekmezdi.
bilmiyorum dedim ya, ne istediğimi.

uyanır uyanmaz bir insan yapamadıklarını düşünürse, güne asla iyi başlayamaz. ben hep onları düşündüm. hiçbir günüm ne iyi başlayabildi, ne de iyi bitebildi.
aslında sorunların kaynağını bulmak, çözüme gitmektir. ben her kaynağa ulaştıkça, çözümlerin bir kez daha imkansızlaştığını gördüm. kaynaklar benim hep gözümü aldı...




Benzemez Mi Kimse Sana?

nasıl bir şey biliyor musun?
bir akşam vakti, 10-15 metre ilerimdesin, ellerin cebinde ve yine o sevdiğim palton var üzerinde. eşarbının kokusunu alır gibi oluyorum.
biraz yaklaşıyorum, aradaki mesafeyi kapatmak için. bir nebze de olsun, azalıyor. sıcaklığını hissediyorum.
sıcak nefesinin buharını, soğukla bütünleşmeden içime çekmek istiyorum.
elimi uzatsam tutacağım sanki.
kolundan tutup, ani bir hareketle ve sinirli bir şekilde (tabii o simâdan sonra yerini tebessüme bırakarak), "nereye gidiyorsun böyle?" diyeceğim.
şaşkın ve sevinç içinde o tatlı gülüşünü kulaklarıma hediye ederek, "aa" diyeceksin.
tebessümüm biraz daha sürecek, ikimizde şaşkın, ikimiz de ne dediğini bilmeyenler olarak kalacağız bir müddet.
"hiç." koluna gireceğim ve konuşmadan birkaç saniye sana eşlik ederek yürüyeceğiz.
"birkaç saniye arkanda yürüdüm, dedim ki kendi kendime bu, senden başkası olamaz. ilk, çantanı alıp, kaçmak istedim ama; kıyamadım. düşersin diye."

işte tüm bunları unutup, önüne geçtim o kadının ve sen olmadığını bile bile birkaç saniye yan yana yürüdük.
birden hava çok soğudu.
üşüdüm, sıcaklığın kayboldu.
kokun yitti...


                                                 Yitmek

bitmeyen bir şey ne zaman yapacaklar acaba? benimkisi de laf. çok param var nasıl olsa...
zaten bitmeyen bir şey sıkıcıdır. hayat gibi."

elindeki son sigarası "beni artık şu b.k dolu küllüğe bırak" der gibi körünü filizlendiriyordu. nasırlı ellerinin arasında küçük bir ateşin, iki sıska parmağın arasında ezilişiydi bu. sigara zorlukla da olsa küllükle vuslatını sonlandırırken, ağzındaki dumanı hemen bırakmadı. nefessiz, sessiz duruyordu. başına geleceklerden haberi vardı. ve duman ağzından bir sis bulutu oluşturarak boşaldı.

henüz otuzlu yaşlarının başında, son derece bakımsız aynı zamanda titiz bir insandı, yitecek olan. bu çelişkinin sebebi geçmiş yaşantısından ibaret oluşuydu. kendisinden başka her şeye önem verirdi. dişleri sapsarı bile olsa, gözlük camlarında "acaba cam var mı" sorusu sorulacak derecede temizdi. bu, onun kendisini sevmeyişinin bir göstergesi olabilirdi. belki de bulunduğu duruma isyan edişinin bir başka anlatım biçimi.

"acaba ne zaman olacak, benim kokumdan ötürü dayanamayıp, kapıyı kırarak beni bulmaları? o ânki hâlim bir sıçandan ibaret olmayacaktır. otopsime bile gerek duymazlar belki. burunlarından içeri kokumu tatmamak için ellerinin nasıl sertleştiğini görür gibiyim. rezil insanlar... hepiniz bencil p.çlersiniz! benim bu halde oluşum sizi hiç alâkadar etmez ve sizin beni aşağılamanız beni hiç ama hiç umurumda olmaz!"

zamanın geçmesi için bu düşüncelerle birkaç saat daha boğuşmaya niyetli gibiydi. adi bir marka olan sigarasının boş paketine elini daldırdı. içerisinde kalan tütünlerin sesini duymak için ağır ağır sağa ve sola doğru sallamaya başladı. seslerin, sessizliği bozması zordu. ve sonra tütünleri saçına dökmeye başladı. "belki burada biter" dedikten sonra yarım bir kahkaha attı.

"aah... şu saçımın altında neler var neler! kimse fark edemiyor. herkesin kör olması lazım. başka açıklanacak bir durumu yok bunun. şu yaşıma kadar o kadar kişiyle muhatap oldum ve o kadar kişi tanıdım; ama hiçbiri beni tanıyamadı. bir tanesi bile! bence işlerine gelmedi. başlarına belâ olacaklarımdan korktular. kıskandılar, evet, kesinlikle kıskandılar. bu, su getirmez, götürmez miydi? ne b.ksa işte. öyle bir gerçek işte! adım gibi eminim."

ağzındaki acı tat, dilini dışarı çıkarmasına neden oldu. tam hizasında bulunan bir ayağı kırık sehpanın üzerindeki boş bardağa baktı.

"senin hep boş tarafına baktım bugüne kadar. çünkü, dolu tarafın bana hiçbir şey vadetmez. beni ilgilendirmez! ama boş tarafın, o kadar ben kokuyor ki..."
"işte şimdi eşitlendik, benim gibi bomboşsun; bir zamanlar dopdoluyken."

birkaç dakika sonra kapı çaldı. yerinden dâhi kıpırdamadı, bir eli aşağı sarkmış, gözlükleri yüzünden düşmemek için kulağına tutunmuş gibiydi. ve nihayet tahta kapı kırılmıştı. içeri girenlerin burunları sımsıkı tutulmaktan dolayı şimdiden kıpkırmızıydı. ali'nin yanına dâhi kimse gitmedi. gerekeni yaptılar, oysa gerekenler onun hiç ama hiç umurunda değildi bile...





 Aşk Acıtınca Dişe Vurur

her halimle belli ettiğim bariz bir izi, ne kadar saklayabilirim ki?

- aa, bakayım bir, ne olmuş?
- merak etme.
- olmaz, nasıl bu kadar rahatsın?
- merak etme, bakmasan ölmeyiz.

garip bir hâl, dişim zonkluyor. yerimden kalkmak istemiyorum. daha çok acıtsın, gücü yettiği kadar. beni caydıramazsın! beni, yaptıklarıma pişman edecek kadar...

- şeker mi o ağzındaki?
- zehir!
- salak.

gün geçtikçe istediğimi alıyorum. biraz daha duruldu dalgası. ama her aynada görüyorum, tekrar yaşıyorum ve tekrar o acıyı geri çağırıyorum.
"işte buradasın! tam şurada. elinden geleni ardına koma!"


...

0 yorum:

Yorum Gönder