Nefes Alıp Ver
Kim bu horlayan? Kendisiydi. Garip, kendi horlamasına uyanıyordu uzun aradan sonra. En son evinde ikili bir yatakta üç arkadaşıyla yattığında bunu yaşamıştı. Şimdi de ya öyle bir bunaltıcılık vardı ya da başka bir şey. Çok karanlık. Göz gözü görmüyordu. Yorganın altında gibiyim. Üstüm açık oysa. Hatta hiçbir şey yok! Üşümüyorum da. Yazın bile üstüme bir şey almadan yatamam. Şimdi ne oldu da hiçbir şey almadım, kışın bu soğuğunda? Kötü kokuyor oda. Çok mu içtim yine? Başım ağrımıyor. Her zaman ağrırdı. Tavan çok alçak, kolumu uzatamıyorum tam bir açıyla.
Birazdan başlayacağının sinyallerini veriyordu klostrofobisi. Heyecan gösterdi kendisini. Nefes alışları hızlandıkça oksijeni yiyor gibi, aç bir yaratığın karnını doyururcasına. Sonunda o en gerekli soruyu sormayı başardı:
"Burası da neresi böyle?"
Gözleri karanlığa alışmış gibiydi. Fakat, yine de seçebildiği tek şey, karanlıktı. Garip kokular vardı. Sanki bir rüya görmüş, o uyurken, gelip de dibinde onlarca insan ağlamış gibiydi. Nasıl da salak bir düşünceydi bu. Hemen attı kafasından. Birine bir şey mi oldu yoksa? Yoksa... Yoksa, dayım mı?
Komadaydı, alkol koması. Aklına ilk gelen oydu. Kokuların garipliği artık çekilemeyecek raddeye gelmiş, eline kuru çamur kırıntıları gelir gibi oldu. İlk tedirginlikle yokladı eliyle. Bir at pisliği! Belki yakınlardan geçmiş olan sürünün işi. Hoş, bu caddede de ne gezer çoban! İstemeyerek götürüyordu elini burnuna. Bu bir toprak parçasıydı. Kokunun nedeni de topraktı. Bulunduğu yer de tabutu andırıyordu. Kubbesi öyleydi. Üzerinde tek parça bir elbise vardı. Her şey, nasıl da oyun oynuyordu!
Yarım bir ağızla güldü. Ağlamaya devşirecekti. Yapmadı. Sinirine hakim olmalı, bu güçlüğün de üstesinden gelmeliydi. Ne vardı ki? Çok kolaydı... Derin bir nefes aldı. Aldığını sandı belki de.
Birileri konuşuyordu sanki. Hiç duymadığı seslerdi bunlar. Hiçbir şeye benzetemedi onları. Sonra tabutun (kabullenmişti artık) kapağıyla oynamaya başladılar.
"Hey, yaşıyorum!"

0 yorum:
Yorum Gönder