Seni Arıyorken
Yokluğundan olsa gerek günün kasveti. Varlığı hissedilmeyen bir şeyin yokluğuna alışmak mümkün olur mu? Hoş... ne desem anlamayacaksın. Konuşmaya devam edeceğim...
Birkaç kilometre yürüdüm. Elimde sigaram, sokaklar küllüğüm.
Sigarayı iki parmağımı sapan yakarak atışımın hemen akabinde, ellerim cebimde kalıyor çoğu kez. Gökyüzüne, o doyumsuz maviye ve o maviye serpilmiş sulu boya gibi duran bulutlara dalıyorum, bazen de sağa sola, önümden geçen, frenleri tutmayan bisikletli çocuklara bakıyorum... Yürürken bir esrime içindeyim. Yanımdan geçen güzel kızlara göz ucuyla bile bakmıyorum. Bakmıyorum ki, beni herkes sanmasınlar! Ben, seni arıyorum. Kaybettiğim son param gibi - yaktığım son sigaraya da benzetmiyor değilim. Bulunamayacak bir yerde değilsin ya! Çıkacaksın bir delikten. Açlığımı, susuzluğumu ve şehveti dindireceksin. Gülünce ömrüm uzayacak. Susunca, susunca sen, susacağız hep birlikte... susacak herkes, dünya sağır, hiç kimse hiçliği duymadan edemeyecek. Bir ikimiz, bir biz kalacağız, onca şehrin, onca etin arasında. Siluetinden tutacağız hepsinin, yırtıp, atacağız. Geride bir biz olacağız, bırakamadığımız.
Perpa’da durağa yanaşan tramvay beni çağırıyordu. İcabet ettim son jetonla. Karaköy son durak. Gerçekten de öyle, kara köyler hep son duraktır. Birkaç durak sonra sıkılarak, diğer yönde istikamet etmek istedim. Kara köye, yani ebedi sensizliğe henüz hazırlıklı değildim. Daha seni bulacak, seni tadacaktım.
Seni aradığım yolları seyrederken, karşıma biri oturdu gözlerim her yerde seni arıyorken. Dedim ya başta, kıza hiç bakmadım.. Fakat, ille de bakmamı ister gibi:
“Pardon," dedi. "Okmeydanı Hastanesine kaç durak var acaba?”
Öyle olacaktı ki, telefonun diğer ucundaki sabırsız, ona kaç durak kaldığını soruyordu.
“Dört,” dedim.
Teşekkürünü, sesini bir daha duymak için bekledim. Ama, ondan önce:
“Dört durak kalmış anneciğim,” dedi.
İtiraf etmeliyim ki içime su serpti. Peki, benim sana kaç durağım var, sevgilim? Bir adı var mı acaba buluşacağımız mekânın? Nasıl ulaşılır? Hangi vapurdasın, hangi sobalı, ütü kokusunun dört yana yayılmış, balkonunda esrarengiz huzurun bulunduğu evde... hangi mezarda? Mezarda olmanı tahayyül ettiğime aldırma. Birden, dayanılmaz bir istekle:
“Anneniz mi rahatsız?” deyiverdim.
İkimiz de şaşırmıştık benim bu patavatsızlığıma.
“Evet,” dedi.
Camdan içeriye dolan güneşin, kızın o temiz yüzünde harikalar yarattığı ânlardı bu dakikalar. Ceplerini heyecanla yoklayan, belli ki bir şeyin eksikliğini farketmiş biri gibi aramaya başladım seni. Gözleri hızla kaybolan çevreye odaklanıyordu kızın. İhtimal o ki önemli bir rahatsızlığı vardı annesinin. Kabahatim özrümden büyük olur mu acaba, sevgilim? birkaç şey daha demem gerekli ona;
“Öğrenebilir miyim?”
Yine iki şaşkın vardı karşılıklı oturan.
“Neyi?” dedi, kaşlarına basarak.
“Rahatsızlığı, anneniz…”
Gözlerinin içi gülüyordu sanki. Ya da ışık, öyle dolmuştu ki gözbebeklerine, yüzüme gülüyor gibiydi. Senin gözlerin de böyle olmalıydı, yalansız, samimi. Kendine bağlamalıydı, bir boşluğa sürüklemeliydi bakanı.
İşte bu tezahürün yansıması, yüzümde beliren pişkince tebessüme yol açmıştı. Ah… Ne aptallıktı bu! Çok utandım. O, gülmüyordu, ağlayacaktı neredeyse. Çok yalnız ve çaresiz gibiydi. Bana benziyordu. Seni andırıyordu. Çok acıdım, sarılmak geliyordu ona içimden ve beni affet ve bunu insancıl bir tavır olarak gör.
“Ümit yok…” dedi.
Şaşkın iki insan, şimdi dalgın iki insandı.
Her şey önümüzden hızlıca gelip geçiyordu. Buğulu bir görüntü mü vardı, yoksa bu buğuluk sayemde mi oluşmuştu? Bir şey demem gerekiyordu, öylece durmamalıydım. Sevineceksin, biliyorum. Bir şey, hiçbir şey diyemedim. Sana çok yaklaştığımı hissettim şu dakikalarda. Evet, bir nefes kalmıştı sanki sana. Eğilsem, değecektim avuçlarına. Sürecektim sanki yüzümü, pamuksu ellerine. Kokunu alıyordum! O büyüleyici koku, süzülüyordu belli belirsiz. Cılız sesin, her gürültüye taş çıkaracaktı. Gülüşün, içimde kahkahalar koparacaktı mutluluktan.
“Geldik sanırım,” dedi.
Kaybettiğini ceplerinde bulamayan adamın hüznü doluverdi içime.
Ne de çabuk geldik! İnsan bazen ulaşımın bu kadar çabuk bitmesinden hayıflanmıyor değil. Ne nankör milletiz… Bir şey yerimden oynattı ayaklarımı. İndim ardından. Sen oradaydın, tam arkandaydım. Gidiyordun! Çıktım merdivenleri peşinden. İşte sevdiğim, bu sensin! Aman Allah'ım! Nasıl da huzurla yürüyorsun. Rüzgar, sana yol veriyor sanki. Geldim, işte! seni bir daha kaybetmeyeceğim.
“Pardon, hastaneye kadar size eşlik edebilir miyim?"
Ve yine o tebessüm, bu kez aptallıktan değil.

0 yorum:
Yorum Gönder